Bültenler

Belediyecilik mi? Kentlilerin Yönetimi mi? Siyaset mi? Hizmet Üretimi mi? Karar Alma mı? Katılım Sağlama mı?

Kent Olgusu, Yabancılaşma, Yerelleşe(me)me
Kentler giderek çok kültürlü ve çok sınıflı bir yapıya bürünürken bu yapıyı bir arada tutmak ve kentliler arasında ortak payda oluşturmak giderek daha da güçleşiyor. Yeni kentliler ile eski kentlileri aynı paydada birleştirme çabası yerel yönetimlerin enerjisini alırken, bu çabalar da büyük ölçüde karşılık bulamıyor.

Kentlerde yaşayan ancak kentlileşmemiş özellikle dar gelir grubunda yer alan kitleler için ekonomi, işsizlik, terör gibi genel dinamikler yerel dinamikleri gölgede bırakabiliyor. Başka bir ifade ile örneğin işsizlik arttığında, halk çevre, trafik, alt yapı gibi sorunları ikincilleştirebiliyor. Bu da yabancılaşmaya yol açan, sahiplenmeyi engelleyen dolayısı ile yerelleşmeyi engelleyen bir etki yaratıyor. 

Yine de genel siyaset belirleyici gibi gözükmekle birlikte, sunulan hizmetlerin birikimli etkisinin halkın tatmin düzeyinde ve kararında önemli rol oynadığı da yapılan araştırmaların bulguları arasında yer alıyor.

Refah düzeyi mi? Yaşam kalitesi mi? 
Yerel yönetimler (il / ilçe / belde belediyeleri) alt yapı hizmetleri, çevre hizmetleri, imar planlaması gibi mikro ölçekte hizmet sunmak zorunda. Bu ölçekte sunulan hizmetler ise refah seviyesini direkt yükseltmese de, yaşam kalitesi artışı ile halkın refah seviyesine dolaylı etkide bulunuyor.

Yaşam kalitesinin yükselmesi yerel yönetimlerin öncelikli görevleri arasında yer alıyor. Yaşam kalitesi Dünya Sağlık Örgütü tarafından, “kişilerin hedefleri, beklentileri, standartları, ilgileri ile bağlantılı olarak yaşadıkları kültür ve değer yargılarının bütünü içinde kendi durumlarını algılama biçimi” olarak tanımlanıyor. Bu tanım karmaşık da olsa temel vurgu; “algı” yani soyut ve ancak izafiyet ile somutlanabiliyor. O zaman ölçümlenmesi şart.

Karar Sürecine Katılım
Bu algının farklılaştırılması en az hizmet üretimi kadar önemli. Yerel yönetimlerin hizmet üretim süreci ile eş anlı olarak sundukları hizmetlerin halkın beklentileri ile örtüşmesi kadar, sunulan hizmetlerin bir algı değişimi yaratması da aynı öneme sahip, bu da bir algı yönetimi, hizmetlerin idrakinin sağlanması ve bunun için yürütülen halkla ilişkiler faaliyetlerinde halkın dilinden, yaşam tarzından ve elbette beklentilerinden hareket edilmesini gerekli kılıyor.

Kentlerde yaşayanların mahalle ölçeğinden başlayarak, en büyük yerel yönetim ölçeğine kadar katılımlarını sağlamak modern yerel yönetim anlayışının gereği olmakla birlikte aynı paydada birleştirilemeyen kentlinin katılımını sağlamak kolay değil. Hizmetin üretilmesi kadar bu üretim sürecine halkın, ticaret-sanayi erbabının katılımının sağlanması sadece demokrasinin gereği değil, aynı zamanda bu hizmetlerin bir değer olarak algılanmasını da sağlıyor.

Karar sürecine katılım gündem oluşturma ve devamında bu gündem ile ilgili farklı fikirleri derleme, derlenen fikirlerin kabul edilirliğini sınama, kabul etmeyenlerin nasıl ikna edilebileceği ile ilgili ipuçları edinme ve tüm bu süreçler iletişimi gerekli kılıyor.

İletişim, “Fısıltının Yok Ediciliği” ve Tebdil-i Kıyafet
Tek yönlü iletişim her zaman ciddi riskler taşıyor. İletişimin kitleselleşmesi ise yok edici bazen de yoktan var eden bir etki yaratabiliyor.  Ya da tam tersi de geçerli, biz buna “fısıltının yok ediciliği” diyoruz.

Bir yanı ile dedikodu da denilebilecek bu yok edici etkiye önlem almanın Osmanlı’daki uzantısı tebdili kıyafet iken, şimdiki çözüm halkın nabzını tutmak olarak dile getiriliyor. 

Araştırma ile İnteraktivite Sağlamak ve Demokrasi:
Araştırmayı sadece kuru kuruya sorular ve soruların yanıtlarının istatistiki tablolar, grafikler biçiminde ifadesinin ötesine taşıyabilen her kurum, her yönetim aslında vatandaş, halk, müşteri, tüketici, birey ile iletişim kuruyor ve bu biçimde kurulan iletişim kaçınılmaz biçimde kavramsal düzeyde dahi olsa demokrasiye hizmet ediyor.

Eylül 23, 2009

0

Bültenler

Diğer yazıları okuyun

Yorum yazın