Blog ve Yorumlar

Türkiye’nin Pazarlama Haritası: Farklı Bir Perspektif

Ben bir pazarlama uzmanı değilim. Ben bir yoksulluk ve sosyal politika uzmanı da değilim. Uzun yıllar, hanehalkı tüketim eğilimlerini izlemiş bir araştırma şirketinin görevlisi idim. Yani, bir ölçüde, Türk hanelerinin tüketim eğilimlerini ve bunun ekonomik durumları ile olan ilişkilerini irdeleme fırsatımız oldu. Burada yazılanlar, ilgili dönemdeki verilerin ve edinilen izlenimlerin bir uzantısı olarak düşünülebilir.

Şimdilerde, analiz ve yorumlarına güvenilen bazı ekonomistler, ekonomik büyümenin temel olarak “iç talep” kanalıyla sağlandığı savını ileri sürmektedirler. Örneğin, bir süre önce Ercan Kumcu dış talep (ihracat) kaynaklı büyümenin, özellikle son beş yıl içerisinde çoğunlukla olumsuz olduğunu belirtmektedir. (Hürriyet, 28 Mart 2008). Türkiye’deki büyümeyi oldukça açık bir biçimde tanımlayan bu görüş, günümüze kadar aynı açıklamalarla süregeldi, Ek olarak ”iç talep” kaynaklı büyümenin, ithalat artışına ve cari açıkla büyüme saptamalarına da kaynak oldu.

YETERSİZ TÜKETİM

Kişisel kanım odur ki, uzun süren yüksek enflasyonlu yıllarda, Türk Ekonomisi’nin “tüketim özürlü” bir ekonomi olduğu anlaşılamamıştır.. Daha yakın bir süre önce, temelde kendi ekonomimizden kaynaklanan bir krizle uğraşırken, acil olduğunu düşündüğümüz sorunlar, eski ve dikkat çekmeyen bazı sorunlarımızın oldukça arka planda kalmasına yol açtılar ve daha da kötüsü hiç yokmuş izlenimi yarattılar. Buna bir tür “miyopluk” diyebiliriz. Kanımızca, 2000-2001 krizi böyle bir dönemi temsil etmektedir. Krizin varlığı, başlı başına bir bir problem olarak gündeme oturmuştu. 2008 ise, önemli ölçüde dışarıdan kaynaklanan ve büyük çaplı bir global krizin yansımasıdır. Her iki durumda da, dikkatler doğal olarak genel bir dengesizlik ve uluslararası ekonomi olarak algılandı.

Burada, kısaca üzerinde durmak istediğim kavram “yetersiz tüketim” kavramıdır. Kavramsal çerçevede, “underconsumption” nitelemesini karşılayabilmek için düşünüldü. Buna, “eksik tüketim”, “noksan tüketim” ya da “gerekenden az tüketim” gibi isimler yakıştırmak mümkün. Ama her biri de neden böyle nitelenmiş olduğuna ilişkin bir açıklama gerektiriyor. Burada, kuramsal bir yaklaşımı sunma çabasında olmadan, kullanılabilir bir kavram elde edebilme düşüncesi ile hareket ediyoruz. Şöyle bir tanımlama ihtiyacı karşılayabilir:

“Genişleyen bir ekonomide, üretim tüketimden daha hızlı büyüyorsa bunu, bazı durumlarda, “yetersiz tüketim” olarak nitelemek mümkündür. Eşit olmayan gelir bölüşümünden kaynaklanabilecek böyle bir durumda, varlıklı kesimler gelirlerinin tamamını tüketmezken, aşağıdakiler göreli yetersiz gelirleri ile tüketim ihtiyaçlarını karşılamayabilirler.”

Yukarıdaki tanımlama çerçevesinden bakılınca, Türkiye’de yoksulluk probleminin temel nedenini, zaman içinde çok da değişmemiş olan kötü bölüşümden kaynaklandığını söylemeliyiz.

BÖLÜŞÜM PENCERESİNDEN ÜST İKİ GELİR DİLİMİ
Benim yaptığım basit bir hesaplama ile (TUİK Gelir Dağılımı çalışmalarına dayanarak), gelirin % 20’lik dilimler arasındaki dağılımı iki ayrı zaman noktasında (1987, ve 2012) aşağıdaki gibi bir resim ortaya koymaktadır. Tablodaki değerleri kaba hesaplama olarak düşünsek bile, “pazarlama haritası” olarak nitelediğimiz bir yapının özelliklerini net olarak yansıtmaktadır.

Gelir Dilimleri (Hanelerin yüzdesi olarak)
1987
(ABD Doları)
2012
(ABD Doları)
En üst %20 6841 16160
İkinci % 20 2676 6363
Üçüncü % 20 1626 4245
Dördüncü % 20 1059 2763
En alt % 20 572 1221

Tabloda yer alan sayılar, ilgili yıllarda farklı gelir dilimlerine düşen kişi başına geliri ABD Doları cinsinden göstermektedir. Yani, 2012 yılında en üst % 20’lik dilimdeki ortalama kişi başına düşen gelirin 16160 , ikinci % 20’lik dilimde ise 6363 dolar olduğunu görüyoruz. İki farklı dönemin karşılaştırmalı sunumunda, bizim dikkatimizi çeken en önemli olgu her dönemde, ilk iki % 20’lik dilim arasındaki farkın bir uçurum niteliği taşımasıdır. Bu dilimleri üst ve üst orta olarak nitelersek, tablonun bu aralıktan kopmuş olması çok daha sarsıcı bir olgu olarak dikkat çekecektir. 2012 yılında ilk iki gelir diliminin ortalamaları arasındaki fark 2.54 (16160/6363) mislidir. Diğer dönemlerde de benzer çarpanlar söz konusudur. Pratikte, bölüşüm tablosunu matematiksel olarak iki kısıma ayırmaya çalışsak, bu iki grup arasındaki fark çok belirleyici olacaktır ve ülkeyi ortalama gelirler açısından: 1. En üst % 20’lik haneler ve 2. Geriye kalan % 80 olarak bölmek mümkündür. Tablonun farklı iki zamanda verilmiş olması da arada geçen zamanda haritanın fazla değişmediğini göstermek içindir.Bu konuda herhangi bir tartışma olacağını da düşünmüyorum. Her iki dönemde de, aşağıdaki % 80 çok daha benzer bir gelir yapısındadır. En üstteki % 20 ‘lik dilim ise – matematiksel olarak – kopmuştur. Bu resimden hareketle, iç talep kompozisyonunun en az iki farklı yapıda olacağını beklemek mantıklıdır.

Özetlersek, ülkemizin gelir bölüşüm tablosu bazı marjinal iyileşmeler dışında değişmemiştir. Eğer bir değişme var denebilirse bu iyileşme yönünde (1994 ve sonrasında) olmuştur. Yani, gelir ve harcama örüntüleri anlamlı bir değişmeye konu olmamıştır. Yaklaşık son 10 yıllık dönemde, temel ihtiyaç maddelerine yönelen talep, GSMH büyüme temposunun bir hayli gerisinde kalmıştır. Bu iki temel bilgiye dayanarak, en azından son 10 yıl içinde Türk ekonomisinin bir “yetersiz tüketim ekonomisi” olduğunu düşünüyoruz. “Temelde, Türk ekonomisinin yaratmış olduğu ücret, maaş ve küçük teşebbüs gelirleri gibi sermayeye dayalı olmayan gelirler toplamı, ve diğer ikincil gelir transferleri temel ihtiyaçları satın almamaktadır” diyebiliriz.

Bu saptama farklı açılardan tartışılabilir. Ve eğer doğruya yakın bir resim çiziyorsa, çok değişik sonuçları olabilir. Ama bunları bu kısa yazı çerçevesinde ele almak yeterli olmayacaktır. Bilmemiz gereken şey, pazarlama dünyamızın ekonomik yapıdan kaynaklanan bir kamburu uzun zamandan beri taşıyor olmasıdır.

Yazar : Güntaç Özler

Güntaç Özler İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ nden mezun oldu. ABD’ de Indiana ve Newyork üniversitelerinden yüksek lisans ve doktora derecelerini aldı, 1976-1983 yılları arasında ODTÜ Ekonomi Bölümü' nde çalıştı. 1985’den sonra Piyasa Araştırma alanında 20 yılı aşkın bir süre çalıştı. 2008 yılında emekli oldu. Halen çeşitli üniversitelerde (Bahçeşehir. Toros, Aydın ve Atılım Üniversiteleri) İstatistik, Ekonomi, ve Pazarlama Araştırmaları dersleri vermektedir

Temmuz 1, 2013

2

Blog ve Yorumlar

Yorumlar (2)

Yorum Yaz

şemsettin dertli

Temmuz 4, 2013 at 10:34 ÖÖ

Teoride; toplumsal ilişkilerde , üretim esas alınmasına ragmen,toplumlarda tüketimin rolü konusunda sosyolojik ve politik çalışmalardan gerekli sonuçlar alınması için yeterli çaba gösterilmedigini düşünüyorum.Tüketim ekonomisine gerekli önemin peşin kabüller nedeniyle verilmedigi kanısındayım.Bu nedenle yazınızı degerli buldum.hoşçakalın.

Güntaç Özler

Temmuz 6, 2013 at 11:29 ÖÖ

Semsettin kardeşim,
Yorumunuz için cok teşekkürler. Sağolun. İktisat Kuramı, belli bir gelir düzeyinde, bölüşümü veri kabul eder ve analizi bu noktadan öteye geliştirmemiştir. Oysa aynı gelir düzeyinde, pekçok bülüşüm konfigürasyonu mümkündür. Bunlardan bazıları diğerlerine göre, toplam tüketim ve satışlar açısından daha farklı sonuçlar doğurabilirdi. Daha dengeli bir bölüşüm örüntüsü ile, daha büyük bir harcama, tüketici yararını daha büyük kılabilir. Eğer Türk tüketicilerinin tamamı sağlıklı ve yeterli bir tüketim düzeyini yakalamıştır diyebiliyorsak. bölüşüm önemsizmiş gibi davranabiliriz.
Bu pekçok yönü olan bir problem ve ben de çözüm nerede bilemiyorum. Yönü belli, ama dozu nedir bilemiyorum. Herhalde gelişmişlik düzeyine göre de farklılaşıyordur. Gelişmekte olan yerlerde daha dengeli ve daha yeterli bir tüketim arzu edilir birsey olurken, zengin ülkelerde tüketimin düzeyi sorgulanıyor olabilir.
Kanımca bu alanda pazarlama uzmanlarının da söyleyecek birşeyleri olabilir. Ekonomistler problemi hep buz dolabında ve derin dondurucuda tuttular.

Yorum yazın